28 Şubat 2016 Pazar

PETITS FAITS




Yazmaya tövbe ettim. Çok olmadı. Bir 10 dakika falan. Yazmak istemedim tekrar, tekrar yalnızlığıma dönmek istemedim. İstemedim kurduğum hayaller dünyasında yaşamak, istedim ki artık canımı acıtmadan hayata bakmak, istedim evet tüm bunları çok mu sence söylesene?
Yakıyorum peş peşe sigaralarımı. Çürütüyorum, çekiyorum ciğerlerime sonuna kadar. Sensiz nefes alabilmek çok mu kolay sanki bu yüzden kendime acımıyorum. Bu yüzden her gün biraz daha ölüme yaklaşıyorum. Doğarken koymaya korktukları göbek adım olan ölüme. Yaklaşıyorum adım adım sonsuz olmaya çünkü biliyorum ki ruhum devam edecek hayatına. Yine yanında olucam, yine sana dokunucam, kulağına şarkımızı fısıldıycam belki ama hissedemeyeceksin hiçbirini, ne kadar da acı bir sonsuzluk değil mi? Herkesin içinde ölüyorsun ama kimse görmüyor gibi bir his senin bu cümlen gibi, bana ilham veren senden ne varsa göremiyorum artık hiçbirini. Hepsi kafamda canlı öylesine güzel ki, keşke sana hissettirebilsem hepsini. Keşke ayrılık kadar kolay olsa seni sensiz yaşatabilmek. Ayrılık sevmek kadar sonsuz değil. Her ayrılık yeni bir başlangıç, yeni bir farkındalık, yeni bir yetenek keşfetmek gibi. Sonsuza ulaşmak delilik midir sence? Ben kendime bu soruyu soruyorum sürekli...Ama cevap bulamıyorum, kokunu başka kadınların bacak arasında aradığım gibi. Bana seni hatırlatacak ne varsa üstüne gidiyorum, çünkü ben çok kaçtım, artık kovalamak istiyorum. Koşmak istiyorum ama çok çaresizim, ciğerlerim de pas tutmuş zaten sigara dumanından. Öyle işte ne bileyim, yaşamak için tutunmak lazım hayata, bir şeylerin peşinden koşmak. Mesela yürümeyi öğrendiğim günden beri yaptığım şey de bu zaten. Koşmak bir şeyin peşinden sonunu düşünmeden, biteceğini hesaplamadan koşmak. Senden önce top peşinden koşuyordum, senden sonra düz yürümeyi bile zar zor beceriyorum. Denge merkezimin o ücra, hassas parçası senmişsin meğer. Hayatımdan çıktığından beridir ki...Adını sayıklamadan uyanabilmek istiyorum sabahları. Zaman sensiz de geçiyor zaten. Sensiz de yaşlanıyorum. Bütün bunların farkındayım zaten yokluğun beni daha güçlü bir adam yaptı da biraz. Kalbim Bizans'ın surları gibi sense o imparatorluğu yıkacak kadar ustasın bu oyunda. Evet zaman sensiz de geçiyor, kimse sende bulduğum o eşsiz tadı vermiyor. Her sohbetim güzel bitiyor. Benim mutsuzluğum senmişsin meğer hiç bir şey vedalaşmadan gitmen kadar koymuyor, zaten ben de çok umursamıyorum; yokluğundan başka şeylerin yarattığı kaos ortamını. 
Artık aşık olduğum sadece fikirler, hoş sohbetler, güzel dostluklar. Kimseye kozumu oynamıyorum, risk almıyorum, senin gidişine sebebiyet verdiğimden beri. Yavaş yavaş daha iyi biri oluyorum sanırım. Kabullendim ben de nasıl bir insan olduğumu. Nasıl eşsiz, nasıl kötülük barındıran hatalarım varsa dost oldum hepsiyle çünkü onlar bensiz olamayacağı gibi ben de onlarsız olamam. Onlar bana ilham kaynağı oluyorlar bense onları unutmayarak, düşünerek, onlara danışarak borcumu ödüyorum.
Evet, evet. Borcumu fazla fazla ödüyorum. Ruhumun fakirliğini bedenimle inkar ediyorum. Ruhumun insanlara olan açlığını, bir hoş sohbet bir kaç kadeh rakıyla besliyorum. Ha arada bir de yazıyorum böyle. Yazıyorum ki okuturum belki günün birinde diye. Okutabileceğimi düşünüyorum halen. Okusan anlayacakmışsın gibi. Ben yaşadım seni sensiz. Senden bunu okuyarak anlamanı bekliyorum. Çok tuhaf değil mi? Ben burada kağıt, kalem düşlerimdeki sen ile seyahat etmekteyim. Sen ise bilmiyorum ne hallerdesin, kimlesin, bu acıya ortak mıyız bilmiyorum. Anladım ki bu sevginin sonu yok. Anladım ki bu ayrılık bana ölümden beter. Ama merak ediyor insan artık normal bir yaşama devam edebilecek miyim diye? Umut ediyoruz işte yaşama yeniden tutunmaya, bense yeni keşfediyorum neler yapabildiğimi. Bakıyorum okulumun ilk gününe yazdıklarımın üstünden bir kaç kez daha geçerdim, şimdiyse anlıyorum neden yazarken kelimeler tükeniyor dönüp dolaşıp sana geliyor. 13 senedir sahip olduğum bir hazineymiş meğerse bütün bunlar. Yalpalıyorum işte yokluğundan tutunacak şeyler bulma hevesiyle. Ki artık senin okumaktan benimse yazmaktan gözlerim yoruldu, olsundu. Yapabileceğimiz en iyi şey de buydu şu an için. Birbirimize dokunmadan verebileceğimiz en güzel zarardı belki de. Her gün üşenmeden parmaklarım şişene kadar yazmak sana. Sense o içindeki güzellikleri yansıtan gözlerinle, moraran göz altlarınla, sıkıntıdan yolduğun tırnak etlerin kanayana dek okudun. Günlerce, aylarca cevap bekledim senden. Şimdiyse vereceğin cevaptan korktuğum için yazdıklarımı kendime saklıyorum. Aynı havayı soluyoruz ama gözlerine bakarak bir sigara bile yakamıyorum. Ayak izlerini takip edip onlara şiirler yazıyorum. Evet görev edindim kendime. Kendi kendime detektifçilik oynuyorum, anıları kovalıyorum, onları yakalamaya çalışıyorum. Onlarla çetin mücadelelere girip zihnimde yeniden yaşıyorum. Kurguluyorum tekrardan o sahneleri, hayallerimin başrolünü paylaşıyoruz beraber. Sen tüm acılarından arınmış bir şekilde beyaz çiçeklerden oluşan elbisenle güneşi selamlıyorsun. Tatlı bir diyaloğa giriyoruz sonrasında işin içinden çıkamadığımız gibi susmana fırsat vermeden konduruyorum o havada uçan özgür kuşları kıskandırırcasına masum gülüşüne bir buse. Hava kararıyor birden kara bulutlar dolduruyor gökyüzünü. İçimi aydınlattığın yetmiyormuş gibi. O kurduğum hayaller dünyasını da aydınlatıyorsun güzelliğinle. Bitiyor ışığın ama uzaklaşıyor, gittikçe karanlıklarda bırakıyorsun beni. Kendi kurduğum hayaller dünyamda bir anda parmaklıklar ardında buluyorum kendimi. Ardından bir anda oluyor her şey. Bir anda ellerim gözlerim sen oluyorsun, ben kapalı kalıyorum bu zindanlarda ama kalbim sende çarpıyor, dokunduğunu hissediyorum. Gördüğün şeyleri ta içimde yaşıyorum. Biliyorum ben kurtulamayacağım bu zindanlardan ama sen yaşadığın sürece çekicem bunun cefasını. 


Gel gör ki yeni bir gün doğdu, yeniden güneş açtı. Her sabah ki gibi boğazımın düğümü açılmamışken daha gözlerim kapalı sigarama uzandı elim. Eğer ki yatağın bir ucunda senin o müthiş tenin burnumda kokun olsaydı bambaşka bir gün olurdu bugün ve yine kara bulutlar sardı gökyüzü gibi içimi de. Güneş de daha mutsuz gittiğinden beri. Hayatımızda renk kalmadı. Her şey siyah ya da beyaz grisi yok bu hayatın. Toz pembe hayallerimiz de uçup gitti zaten rüzgardan. İzmir eski tadını vermiyor ya da ben çok alkol alıyorum. Dilim uyuşuyor her gün içmekten. Ağrı kesicilerin bağımlısı oldum. Sabah, öğle, akşam içmeden kafamı bile zor taşıyor bedenim-kafamın içindeki çığlıkları böyle öldürüyorum anca-. Kalbimi nasıl taşısın, keşke söküp atsam oradan bir an bile yaşamak istemiyorum gözlerini kaybettiğimden beri. Bir an nefesin tenime değse buharlaşıp uçarım, yağmur olarak düşerim üstüne. Senden ayrılmayı ister miydim sanıyorsun? İster miydim kokunu ciğerlerime hapsedemeden gitmeyi. Kim ister ki? Ben isterdim ki beraber ölelim öleceksek, gidelim körü körüne bu aşkın. Tadı kursağımızda kalmadan, tüm acıları beraber yaşayarak, birbirimizde harcanalım isterdim. Zorlayalım sonuna kadar yansın bedenlerimiz temas edince, yansın dudaklarımız, alev alsın. Bizi söndürebilenin namını sikeyim. Olsaydı içimizde tekrar bir kıvılcım yakardım bu şehri senin gözlerinin önünde. Hatırlar mısın bir yılbaşı şöminenin ateşini senin gözlerinden izlemiştim. O an ölümsüz gibi hissetmiştim. Gözlerindeki cennette bulmuştum ben kendimi. Ona adamıştım bir an olsun gelecek senelerimi. Ne günaha girdik ki seneler aldı bizden güzelliğimizi? Ne yaptık suçumuz neydi?
Fazla mı büyümüştük bir anda, kaldıramadı mı kalbimiz aşkımızı? Olsundu, varsın kalp yetmezliğinden ölelim. Benim prensesim sendin ve 3 canımı da sende harcadım. Güçsüz müydüm ejderhayı yenmeye, lakin ulaşamadım sana. Oyun bitti sevgilim, yolunda verdiğim savaşı kalp yetmezliğinden kaybettim çoktan. Şimdi ölüler dünyasından yazan bir zavallıyım ben.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder